16 Nisan 2009 Perşembe

Türkan Saylan ve sızlayan vicdan Ali Haydar Haksakal yazdı

Yaşadığımız şu günler bana korkunç ve tehlikeli görünüyor. Geçmişte yaşadıklarımız da böyle idi. 28 Şubat sürecinden beri paranoyak ve şizofrenik durumların hayata olan egemenliği anımsanması istenmeyecek kadar korkunç bir durum oluşturdu. Bu korkunç durum birçok insan binasının yıkılmasına, birçok yuvanın dağılmasına, birçok hayalin tükenmesine neden oldu. Genç insanların geleceğiyle oynandı. Âdeta bir savaş psikolojisi yaşandı. Toplumun önünde olup bu zulmü yaşayanların durumu ses getirdi.

Gece yarısı Merve Kavakçı'nın evine yapılan baskın, çocuklarının gözlerinin önünde yaşanan o vahim durum, tablo gözlerimin önünden gitmiyor. Erbakan Hoca'ya yapılan gece yarısı baskınlarının da ne denli ürkütücü olduğunu biliyoruz. Hoca'nın üzerine fazla gidilemedi. Çünkü milletin gözü önünde idi, merhum Ecevit'in müdahalesi ile engellenmişti. Aynı Ecevit, Merve Kavakçı olayında o hasta haliyle şahin kesilmişti. Bunlar toplumun gözü önünde yaşananlar. Bir de Bursa'da başörtülü bir imam hatip lisesi kız öğrencinin polisten kaçarken arabanın altında kalması olayı vardı. Malatya'da başörtülü anne ve kızlarının hapishane süreçleri. Bunlar gibi toplumun gözü önünde olmayan milyonları bulan insanların psikolojik baskı altında tutulması durumu genç kızların depresif hastalıklara yakalanmasına neden oldu.

Türkan Saylan bir bilim insanı. Alanıyla ilgili beni ilgilendiren bir yanı yok. Merak etmişliğim de. Bilimsel çalışmaları, ya da yayınları beni çekmedi. Bana sorulsa dense ki: "Türkan Saylan'ın hangi eserini okudun, seni çekti, merak ediyorsun?" Düşünmeden: "Hiç!" derim. Çünkü bende zerre izleği yok.

Özgün olan esere her zaman merak duyarım. Kütüphanem geneldir. Bana en aykırı gelebilecek yazarların dahi eserleri mevcuttur. Ben bir Müslüman'ım, bir sanat ve düşünce insanıyım. Medeniyetimi, kültürümü, değerlerimi önemserim. Bütün hayatımı bu uğurda tüketiyorum, son soluğuma kadar da tüketeceğim. Düşüncelerimden de ödün vermem.

Türkan Saylan 28 Şubat sürecinin en militan insanlarından biri. Başörtülü kadınlar için: "Cüzzamlı!" yakıştırmasında bulundu. Bu, büyük bir öfkenin, nefretin yansıması. 28 Şubat sürecinden beri Saylan ve benzeri fundamental, batı ruhlu laiklerin öfkesi, kini, düşmanlığı en doruğa taşındı.

Bugün ona karşı benzer bir tutum sergileniyor. Bu süreci ondan daha az tehlikeli bulmuyorum. O tehlike ne idiyse, bugünkü ondan daha beter sonuçlar doğuracak. Batı ruhu, sistemi, yabancılığı öfke ve nefret üreterek kendini ayakta tutuyor. Bu ise bizim inancımıza, düşünce geleneğimize aykırı.

28 Şubat süreci kimin ürünü ise, bugün Ergenekon süreci de aynı ruhun ürünüdür. Aynı kaynaktan besleniyor. Bir milleti birbirine bu kadar düşman edecek, nefret ve öfkeyi arttıracak hiçbir durum olamaz.

Kemoterapi tedavisi gören, hasta olan ve çok da kritik ve bir devreyi geçiren Türkan Saylan'a yapılanlar beni fazlasıyla üzdü. Doğrusu onun o halini görünce, ekranlara bakmaya yüreğim yetmedi. Bu gibi hastalara aşırı bir duyarlığım var. O ve benzerlerine: "Sana oh olsun!" diyemem. Bunları gördükten sonra, iki gündür, derin düşüncelere daldım. Geçmişi anımsadım, yaşadıklarımı ve yazdıklarımı düşündüm. Benim veya bizim düşünce geleneğimizdekilerin bunda ne bir dahli var, ne bir katkısı veya karşıtlığı. Vicdanen rahatım, rahatız. Ama bir şey var ki onun bu halini görünce içim sızladı.

Geleneğimiz, hayatın içinden süzme çok güzel deyimler üretiyor. İnsanlığın doğası gereği bu böyledir. "Etme bulma dünyası" diyemem, dememeliyim. Bu topraklarda yaşıyorsam, yaşıyorsak birbirimizi anlamamızın zamanıdır.

Emperyalizm yeni düşmanlık tohumlarını ekti ve karşılığını buldu. Bunu derinleştiriyor. Kim kimin yüzüne nasıl bakacak? Ekilen bu kin ve nefret tohumları bakalım nasıl sonuçlara götürecek?

0 yorum:

Bu Blogda Ara

SAYAC